İnsanlarda bulunan mikroorganizmaların tamamına “mikrobiyota” denilmektedir. Bu mikroorganizmalar bakteri, mantar, virüs ve protozoa olmakla beraber derimizde ve gastrointestinal sistemimizde konaklamaktadır. İnsan florasında yararlı ve zararlı bakteriler birlikte bulunmaktadır. Zararlı bakterilerin faydalı bakterilere oranı arttığında “mikrobiyal disbiyozis” denilen patolojik bir durum oluşmaktadır.
Faydalı bakteriler vücutta aminoasit sentezi, besinlerin fermentasyonu ve hidrolizi, vitamin üretimi ve detoksifikasyon gibi önemli işlevleri vardır. İnsan barsak mikrobiyotası her insanda genetik, yaş, yaşam tarzı ve beslenme gibi faktörlere bağlı olarak değişmekte ve kendine has bir hal almaktadır.
Metabolik sendrom
Metabolik Sendrom ilk kez 1988 yılında Reaven tarafından kardiyovasküler hastalıkların risk faktörü olarak belirlenmiş ve adına ‘sendrom X’ demiştir.
Metabolik Sendromun fizyopatolojisi tamamen açıklanamamaktadır. Hastalığın temelinde insülin direnci olduğu düşünülmekte ve bu yüzden ‘insülin direnci sendromu’ olarak da anılmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü ise 1998 yılında Metabolik Sendromu diyabet, bozulmuş açlık glukozu, bozulmuş glukoz toleransı veya insülin direnciyle birlikte hipertansiyon, hiperlipidemi, santral obezite ve mikroalbuminüriden en az ikisinin olması olarak tanımlamıştır.
Mikrobiyota ve METS ilişkisi
Sağlıklı insanlarda simbiyotik mikroorganizmalarla patojenik mikroorganizmalar denge halindedir. Ancak çevresel faktörler, beslenme düzeni, genetik faktörler ve immun sistemin etkileriyle bu denge bozulmaktadır.
İntestinal mikrobiyotanın dengesindeki bozulma, kronik inflamasyona ve metabolik dengenin bozulmasına sebep olmaktadır. Örneğin ‘’alışılmış şartlarda’’ yetiştirilmiş genç farelerin vücut yağ oranları ile steril ortamda yetiştirilmiş farelerin vücut yağ oranları karşılaştırıldığında, ‘’alışılmış şartlarda’’ yetiştirilen farelerin vücut yağ oranlarının yüzde 40 daha fazla olduğu görülmüştür. Ve ‘’alışılmış şartlarda’’ yetişen farelerde bulunan intestinal mikrobiyota alınıp steril ortamda yetişen farelere eklendiğinde steril ortamda yetişen farelerin vücut yağ oranlarının yüzde 60 arttığı görülmüştür.
Metabolik sendromlara bağlı hastalıkların birçoğunda intestinal mikrobiyota değişiklikleri gözlemlenmekte fakat oluşan mikrobiyota değişikliği hastalığın nedeni mi sonucu mu olduğu henüz tartışılmaktadır.
Mikrobiyota ve obezite
Obez ve Tip 2 diyabet görülen hastalarda yağlı beslenmeye bağlı olarak kan lipaz seviyesi yükselmektedir. Lipaz düzeyinin artması subklinik enflamasyona sebep olmaktadır. Lipopolisakkarit Toll-like 4 reseptörü üzerinden insülin sinyal yolağını uyararak insülin salgılanmasını baskılar ve insülin direnci oluşur.
Obez hastalarda egzersiz-mikrobiyota ilişkisinin incelendiği bir çalışmada düzenli egzersiz yapanlarda anti-obezite bakterisi olarak bilinen A. Muciniphila yoğunluğunun arttığı gözlemlenmiştir.
Mikrobiyota ve diyabet
Bütirat diyabet hastalığında çok önemli bir role sahiptir ve Tip 2 diyabetli hastalarda yapılan bir çalışmada bütirat üreten bakteri sayısında azalma olduğu görülmüştür.
Bütirat insülin transkripsiyon ve translasyonunu artırmakla beraber beta hücrelerinin ölümlerini önlemekte gelişimini ve işlevselliğini artırmaktadır. Ayrıca bütirat glikoneogenez ve glikojenolizi inhibe ederek glisemik kontrolde çok önemli bir rol üstlenmektedir.
Çeşitli sebeplerle mikrobiyota dengesinde gerçekleşen bozulmalar bütirat üretiminde azalmaya ve barsak geçirgenliğinde artışa sebep olmaktadır. Buna bağlı olarak subklinik enflamasyon gelişmekte ve T hücre düzeni bozulmakta ve bu da beta hücrelerinde hasara ve diyabetin gelişmesine yol açmaktadır.
Mikrobiyota ve Hiperlipidemi
Mikrobiyota dengesinin bozulması sonucu kısa zincirli yağ asidinde artış ve kan lipaz düzeyinde yükselme ile oluşan enflamasyonlar metabolik sıkıntılara yol açmaktadır.
Mikrobiyota fermentasyonu sonucu oluşan kısa zincirli yağ asitleri bütirat, asetat ve kolesterol sentezini uyarır. Propiyanat glukoz sentezinde substrat olarak kullanılır ve kolesterol sentezini engeller.
Mikrobiyota kolesterol ve glikoz metabolizmasında gerçekleşen gen transkripsiyonunu aktifleştirmektedir.
METS tedavisi
Metabolik Sendromun tedavisinde fiziksel aktivite ve yaşam tarzı değişiklikleri insülin direncinin azalması ve kilo kaybı için uygulanabilir niteliktedir. Ayrıca kardiyovasküler hastalıklar, glukoz intoleransı ve diyabet gibi risk faktörlerinin tedavisi önemli rol oynamaktadır.
Probiyotiklerin yararlı canlı mikroorganizmalardır ve mikrobiyota dengesizliğinden kaynaklanan metabolik sendromun tedavisinde probiyotiklerin önemli rol oynayacağı düşünülmektedir.
Dyt. Hakkı KARACA
- Beslenme Uzmanı
- Profesyonel Yazar
- Muğla
[toggle title=”Yararlanılan Kaynaklar”]1) Dr. Yüksel Altuntaş, Dr. Adnan Batman, Mikrobiyota ve Metabolik Sendrom, Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi 2017;45(3):286–296 2) Sıdıka Songül Yalçın, Merve Çiçek Kanatlı, İntestinal mikrobiyota transplantasyonu; neden, kime, nasıl? Pamukkale Tıp Dergisi 2015;8(2):148-154 3) Fevzi BALKAN, Metabolik Sendrom, Ankara Medical Journal 2013; 13(2):85-90 4) İhsan Boyacı, Süleyman Yıldırım, Metabolik Sendrom Tedavisinde Bağırsak Mikrobiyotasının Probiyotikler ve Özellikle Saccharomyces boulardii ile Modülasyonunun Değerlendirilmesi, Anadolu Kliniği Tıp Bilimleri Dergisi, Mayıs 2017; Cilt 22, Sayı 2 5) Dr. Başak GÖREN, Dr. Turgay FEN, Metabolik Sendrom, Türkiye Klinikleri J Med Sci 2008;28:686-696 6) Kerem Yılmaz, Mustafa Altındiş, SİNDİRİM SİSTEMİ MİKROBİYOTASI VE FEKAL TRANSPLANTASYON, Nobel Medicus 2017; 13(1): 9-15[/toggle]